19 Ocak 2024 Cuma

KİM DUYAR UNUTULMUŞ KİTAPLARIN KEDERLİ FISILTISINI

 

        Sirenlerin ezgilerini herkes merak eder de unutulmuş kitapların fısıltısını kimse duymaz. Oysa bugün yalnızca fısıltısı duyulan o kitaplar, o kitapların yazarları, şairleri bir zamanlar en yüksek sesleriyle konuşur, seslerini dünyanın dört bir yanına ulaştırırlardı.

         Zamanın acımasız eleğinden yalnızca unutulması olağan olan ; bir zamanlar çok sevilmiş, okunmuş ama sonradan unutulmuş  yazar-lar, şairler, onların yazdığı kitaplar düşmez. Onların durumu bizi çok şaşırtmaz.Çünkü moda rüzgarı çok sürmez,bir süre sonra diner.Ama

unutulmayı, anlattıkları, dile getirdikleri, düşündürttükleri nedeniyle

hak etmeyen


yazarlar vardır, şairler, kitaplar vardır. Onlar bugün de

okuyucularının iç dünyalarına, düşünce dünyalarına çok şey katabilir-

ler. Okunurken modadan çok anlattıkları nedeniyle önemsenmişlerdir,

elden ele dolaşmışlardır,birçok kez yeniden basılmışlardır.

         Gün gelmiş unutulmuş, unutturulmuşlardır! 

         Yıllar sonra dirilircesine yeniden gündeme giren yazarlar,şairler

de olmuştur. İlk baskıları sahaflarda bile zor bulunan kitaplar, gün gelmiş   baskı üstüne baskı yapmıştır. Üzerlerine sayısız eleştiri yazıları yazılmış, araştırmalar yapılmıştır. ( Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar…)

         Bir de kütüphanelerin hiç okunmayan kitapları arasında yer alan,

sahafların bile kimi zaman önemsemediği, en ucuza sattıkların kitapla- rın arasına attıkları, orada da satılmayınca sokak sergilerine düşen kitaplar vardır. Okunmaktan değil, atılmaktan yıpranmışlardır.Kapakla

rındaki izler, lekeler yaşadıkları serüvenleri anlatır. İşte duymamız gereken kederli fısıltılar bu kitaplardan gelir. Günün birinde, umulma-

dık bir anda değer kazanabilirler. Belki unutulmuşluktan kurtulurlar

ama bu kederlerini yok etmez!

          Uzak tarihlerden başlayarak  bilinmeyen ya da unutulmuş, tozlu

kitapların,dergilerin, defterlerin…sesini duyan araştırmacılar olmuş-

tur. Onlar bu fısıltıların izini sürmüş, gün ışığına çıkarmışlardır bu gün

okuduğumuz nice kitabı.Kitapların yazarlarını ,romancıları ve şairleri bizlere tanıtmışlardır.

         Belki de en acısı yazarının, şairinin reddettiği kitaplardır!

         Yaratırken çektikleri sıkıntıların acısını o şiirleri,  öyküleri, romanları  unutarak çıkarırlar. Kendilerinden daha çok

tanınan kitapları sanki kıskanırlar ya da küçümserler. Unutturmak isterler  (Elif Şafak-Kem Gözlere Anadolu). Piyasadan toplayıp yok etmek isterler…(Edip Cansever-İkindi Üstü)

          Yaratıcısını, yazarını ve şairini unutturmuş güçlü kitaplar da vardır. Bir anlamda onlar da yaratıcılarına haksızlık etmiş sayılırlar.

Don  Quijote Cervantes’i, Robinson Crusoe Daniel Defoe’yu …unut-

turmuştur. Bizim edebiyatımızda da Aşk-ı Memnu’yu -dizilerin etkisiyle-  bilenler Halit Ziya Uşaklıgil’i genellikle bilmezler.

         Şairlerinin unutmak istediği şiirlere örnek olarak Ahmet Muhip

Dıranas’ın “Fahriye Abla”sını, Edip Cansever’in “Masa da Masaymış Ha”   şiirini verebiliriz.

          Şairini unutturan şiirlere  bizim edebiyatımızda da, dünya edebi-

yatında da rastlayabiliriz.

          Klasik sayılan romanlar, öyküler, şiirler bu değerlendirmelerin

dışındadır. Onlar yüzyıllardır dünyanın farklı yerlerinde her yaştan

okura seslendikleri, yeniden yeniden okundukları için unutulmazlar.

Unutulsalar bile bu geçicidir.Onların durumu, çamura düşse de parıl-

dayan altın gibi olmalarıdır. 

 

          Kütüphanelerde, kitabevlerinde, sahaflarda, sokak sergilerinde

kitap seçerken  moda ve reklamın etkisiyle bağıran, çok satmasına gü-

venen kitapların yerine, özüne güvenmenin alçak gönüllülüğüyle kenarda duran, göze çarpayan, fısıltıyla varlıklarını belli eden kitapları seçmeliyiz !   O kitaplar bize  unutulmanın da haksızlık olabileceğini, 

hatırlamanın da kimi zaman hatırlanandan çok hatırlayanı mutlu ettiği-

ni öğretirler! 

 

                                                               Mustafa Başarslan

                                                             Üsküdar, Nisan 2014           

 

 

 

               KİM DUYAR UNUTULMUŞ KİTAPLARIN KEDERLİ FISILTISINI,

 Papirüs/ İki aylık edebiyat seçkisi/Yıl 4 Kitap 12-Mayıs-Haziran 2014                                                  

Kitapçısı Olmak


 


 

-Kitabevi emekçilerine-

 

Eskiden -öyle çok eskiden değil, 1970’lerden 2000’lere kadar- her iyi okurun benimsediği bir kitabevi ve kitapçısı vardı. Kitaplarını, dergilerini hep oradan alır; alışveriş ederken de ayaküstü okuduğu kitaplardan, yazılardan söz ederlerdi. Kitaplar yardımıyla oluşan bu dostluk zamanla bozuldu, giderek yok oldu.

Yayıncılık sektörü büyüdü. Yayın alanına giren sermaye çoğaldı. Bunun doğal sonucu olarak da basılan kitap sayısı ve kitap çeşitleri arttı. Eskinin küçük, okurla kitapçının birbirini tanıdığı, neredeyse kendini evinde gibi hissettiği kitabevleri yok oldu. Yerlerini mağazalar, “bookshop”lar aldı. Gösterişli, ışıltılı mağazaların girişlerindeki “Çok Satanlar” listeleri karşıladı okurları; tanıdık kitapçılar yerine…

İyi okurlar, artık kitaplarla ilgili sorularını “Danışma” yazan bölümlerdeki bilgisayar başındaki kişileri sormak zorunda kaldılar… Bilgisayarlar ve onu kullanan kitapçılar, kayda geçmiş her kitabı, dergiyi biliyorlardı. Varsa yerini gösteriyor, yoksa sipariş alıyor ya da ekrandaki “tükendi”, “baskısı yok” notunu iletiyorlardı okura…İlişki sıradan bir “ticari” ilişkiye dönüşmüştü…Aslında “okur” da yoktu, “müşteri” vardı!

Oysa eski kitabevleri başkaydı! Yerleriyle, büyüklükleriyle, sahipleri ve çalışanlarıyla çok farklıydı. O dünya bugün bir hayal dünyası kadar uzak.. Bugün kimse kolay kolay inanamaz o dönemin okur-kitapçı ilişkilerine…

Okurla kitapçıyı tanıştıran, kitaplardır. Her iyi okurun zaman içinde güvendiği, ne tür kitabı sevdiğini bilen, kendisine önerdiği kitaplar yoluyla bu güveni pekişen bir kitapçısı vardı. Kitabevine girdiği zaman gözleri önce onu arardı.. Karşılaştıklarında da konu hemen daha önce aldığı, okuduğu ve beğendiği kitap üzerine olurdu.. Sevdiği türle ilgili kitaplar sorulur, öneriler alınır, yeni çıkan kitaplardan konuşulurdu…Kimi zaman şu bile söylenirdi : “Geçen önerdiğin kitabı beğendim, onun benzer bir kitap istiyorum.. ”

Bugün farklı bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizmin Che Guevara’ yı poster yapıp en pespaye eşyalarla birlikte satışa sunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Çok satan bir yazarın çok satmaya aday kitabının “billboard” larda tanıtıldığı bir dönemdeyiz. Edebiyatta başarının ölçüsünün baskı sayısıyla ölçüldüğü, yazarların romanlarının konularını piyasa taleplerine göre belirlediği, moda neyse -Kürt.. Ermeni sorunu.. Eşcinsellik.. Mevlana.. Fatih.. Mimar Sinan.. - ona uygun romanlar yazdıkları bir dönemdeyiz…

Elbette böyle bir dönemin kitabevleri de farklı olacaktır. Aslında bugün “kitabevleri” yoktur.. ”kitapçılar” vardır…Oysa “kitapçı”, kitap satılan yerin adı değil mesleğin adıdır! “Kitabevi”, kitap satılan yerdir! Bu yanlış öylesine yaygınlaşmıştır ki, yılların yayıncıları bile böyle konuşmakta, kitap ilanlarını böyle vermektedirler. Bu durumun bir rastlantı olmaması gerekir. Çünkü bu adlandırmalar, bir zihniyeti, bir kitapçılık anlayışını, farklı bir okur-kitapçı ilişkisini yansıtmaktadır.

Ülkemizde bir zamanlar bulundukları her yerde, neredeyse bir kültür merkezi işlevi gören kitabevleri yok olmuştur, kapanmıştır ya da yalnızca ders kitabı ve kırtasiye satan yerlere dönüşmüştür. Ve en kötüsü unutulmuştur. Tarihleri bile yoktur.. Tek tük anı kırıntıları kalmıştır.. Ne kitabevleri sahipleri*, ne çalışanları ne de okurları bu kitabevleriyle ilgili anılarını yazmamışlardır.

Yazılmamış olsa da geriye kalan her zaman olduğu gibi yine anılardır.. Vefalı okurlar evlerinde kitap raflarını gözden geçirirken, kimi kitapları nereden, hangi kitabevinden aldıklarını anımsarlar.. Ve belki de o kitabı kendilerine öneren kitapçıyı da.. Bu anımsama, o kitapçılar için alçak gönüllü bir ödüldür!

 

………………………………………………………………………….

* Necati Mert “Memleket Kitabevi”ni yazarak üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Memleket Kitabevi’nin Adapazarı bölümünü yazmıştır. Keşke öteki bölümler de yazılabilse…

 

 Mustafa Başarslan

 Üsküdar, 6 Şubat 2014

Gezgin Kitaplar


Aldığımız her kitap, kitaplığımızı zenginleştireceği

düşüncesiyle bizi mutlu eder.Çünkü aldığımız her kitabı

hemen okuyamayız.O, gerektiğinde yıllarca sabırla       okunmayı bekler. Okuduktan sonra da  okuduğumuz kitabı

elden çıkarmaz, kitaplığımıza koyarız.Çünkü onda göz izi-

miz vardır.Varlıklarıyla bize okuduğumuz dönemi hatırlatırlar. Yaşamımızın değişik evrelerinin sessiz tanıklarıdırlar.

        İyi bir okur için kitapları, yaşadıkça kendisiyle birlikte olması gereken en önemli varlıklardandır. Nereye

giderse onları da götürür. Olağanüstü durumların dışında

onlardan ayrılmayı hiç düşünmez.Ve yaşamını paylaştığı

kişilerle arasındaki en önemli sorunlar/tartışmalar hep onların varlıklarıyla ilgilidir.

       Yaşlansa da, artık gözleri eskisi kadar iyi görmese de

onlardan vazgeçmeyi hiç düşünmez.Çünkü onlardan vazgeçmek, biraz da kendisini yaşama bağlayan en önemli bağlardan birisinin koparılması demektir. Kitapların dağılması ölüme doğru atılmış bir adımdır.

      Gün gelir, ölür! Yakınındaki kişilerin ilk işi bu kitapları elden çıkarmak,  satmaktır.Ve herbiri

nice hayali,anıyı,sevinci ve kederi taşıyan kitaplar, çoğu

zaman ölenden bir iz kalmasın diye hemen satılır.

     Kitapların değerlilerini, az bulunur olanlarını sahaflar

alır, geriye kalanlarsa paylaşılır; bilgi ve parasına göre

eski kitapçıların arasında…

      Yaz kış demeden sokaklardaki kitap sergilerinde ya da seyyar kitap arabalarında kendilerine göre kitap arayan

kitap meraklıları  bu kitaplardan birini ellerine aldıkları zaman önce bu kederin kokusunu alırlar…Kitabın sayfalarını karıştırdıkça, hele okumaya başlayıp sayfalar

arasında işaretlenmiş, altı çizilmiş satırları gördükçe sanki,

kitabın eski sahibiyle  sohbet eder gibi hissederler kendilerini…

       Eski kitaplar nice gizemi, öyküyü içlerinde taşırlar.

Okunmuş her kitap, ne kadar el değiştirirse o kadar iz taşır

her okuyandan.. Kimisi kendini tutamaz yazarla ya da şairle tartışır, ona soru sorar ya da yanlışını(!) düzeltir.

Arada bir, çok kızıp dipnot gibi öfkesini küfür olarak yaza

na da rastlanır. 

        Kitabı okurken önceki sahibinin kimliği  konusunda hep hayal kurarız.Onun kişiliğiyle ilgili izler ararız sayfalar arasında..Genellikle de buluruz..Kurutulmuş bir çiçeğin izleri…plajda okunduğunu gösteren kum taneleri.. Kitabın asıl sahibinin değil de yakınındaki birisinin yazmış olabileceği telefon numaraları..adresler..-çünkü kitabın asıl sahipleri kıyamazlar kitaplarına..kitabı çok açmaktan bile korkarlar cildi bozulur diye..Ama okumak için ödünç alanlar..bilmezler bunu, hoyrat davranırlar kitaplara..-

        Kimi zaman da okuduklarının çağrıştırdıklarını kağıt aramaya üşenip hemen boş sayfalara yazanlara rastlanır..Bu kitaptan bir cümle..bir iki dize..bir kitap adı

ya da o an dinledikleri şarkının sözleridir yazdıkları..

Kendi şiirlerini kitabın son sayfalarına yazanlara da rastlanır..

      Ya kitap sayfaları arasında unutulanlar…Mektuplar..

piyango biletleri..müze giriş fişleri..sinema ve konser biletleri..tramvay biletleri…reçeteler..saklanıp unutulmuş paralar…sevgili fotoğrafları..bizim bilemeyeceğimiz nedenlerle saklanmışSaatli Maarif Takvimiyaprakları.

.kitap ayracı yerine kullanılmış kartvizitler..uzak memleket şehirlerini gösteren kartpostallar…

       Her türlü işarete söze rastlanır da okunmuş kitaplarda, bir sonraki okura yönelik nota rastlanmaz.

Çünkü her okur kitabın son sahibi olduğuna inanır.  

      Kişilik kazanmış kitaplarsa imzalı kitaplardır.Onlar

her zaman benzerlerinden  değerlidirler.Kitap meraklıları

ve sahaflar onların peşinde koşar!

       Eğer kitap sahipleri  ithaflar yazarak, iyi dilekte

bulunarak kitapları birbirlerine armağan etmişlerse, bu onlar için değerlidir, dışlarındaki kişileri pek ilgilendirmez.Sahafların hiç ilgilenmediği bu kitaplarla,eğer çok özgün sözler yazılmamışsa kitap meraklıları da ilgilenmezler.

       Daha sonra sırada, yazarların,şairlerin özellikle “imza günleri”nin çok yaygınlaştığı dönemde hiç tanımadıkları okurlara basmakalıp sözlerle imzaladıkları kitaplar vardır.

Bunlar eğer yazar tanınmış bir kişiyse ilgi görür ama gene de “imzalı kitap” meraklıları bu tür kitaplarla pek ilgilenmezler.

        .Asıl değerli olan kitaplar, ünlü bir yazarın başka bir ünlü yazara ya da sanatçıya, politikacıya, kültür insanına

imzaladığı kitaplardır.Eğer yazar, imzalı kitabı çok az olan

bir kişiyse ve kitap zor bulunan  “nadir”bir kitapsa, işte

bu kitaplar sahafların ve imzalı kitap meraklıların peşinde koştukları kitaplardır.

        Bu kitapların değerini artıran bir başka öğe de imzalayanın kimliğine bağlı olarak yapılan desenler ve

çizimlerdir. Kitabı imzalayan ve  adına kitap imzalananın yakınlıklarını gösteren sözler de kitabın değerini artırır.

     İmzalı kitaplar konusunda yazılacak çok şey olmasına karşılık asıl ilgi çekici olan, bu kitapların nasıl sahiplerinin

elinden çıkıp hangi yollardan geçerek satıcıların eline düştüğüdür.

      Aslında el değiştirmiş her imzalı kitabın mutlaka ilgi 

çekici, genellikle hüzünlü bir öyküsü vardır.Eski kitap meraklıları bu imzalı kitapları satın alırken biraz da bu öyküleri merak ederler.

    Kısaca  sahibinin kitaplığından çıkmış her kitap, hele

imzalı kitap  gizemli bir öyküyü gizler.Kitabı alan, hayalgücüne göre ona bir hayat, bir gezi yolu tasarlar.

Aslında eski kitapları değerli kılan,kitabın yeni sahipleri-

nin ona yakıştırdıkları yazılmamış öykülerdir!

 

                                Mustafa Başarslan

                                         9.1.2013


mustafa başarslan:kitapçı...önce yalnızca okurdu,sonra uzun yıllar kitabevlerinde kitap emekçisi olarak çalıştı,emekli olduktan sonra''okur'' luğuna geri döndü.Kafasında, yazamayacağına inandığı bir roman ve yazmak istediği birçok yazı konusu taşıyor.

--

fotoğraflar cuma'nın heykel tarlasında çekilmiştir
 

18 Ocak 2024 Perşembe

Aylak Okur


 Okuma süreci seçtiğimiz kitabı elimize almakla başlar..Ama hangi kitabı neden seçtiğimiz, seçimimizde etkili olan nedenler, genellikle

kafa yormadığımız konulardandır.Oysa günümüzde yayıncılık sektörünün can damarı sayılan reklam ve pazarlama stratejileri hep bu

seçimi etkilemek, belirlemek üzerine kurulmuştur.

        Okurun kitap seçimini etkileyecek tüm araçlar,bu satış stratejilerinin  saldırı tehditi altındadır.Gazetelerin kitap ekleri, dergilerin yeni yayınları tanıtan sayfaları,  televizyonlardaki kitaba ayrılan az sayıdaki programlar. reklam panoları..hep bizim hangi kitabı alıp okumamız gerektiğini belirlemek  içindir.

        İşte aylak okur,estirilen  bu “bize neleri okumamız gerektiğini” söyleyen rüzgara direnen okurdur. Kitabevlerinin giderek “mağaza”,

okurun da “müşteri” olarak adlandırıldığı dönemde, bu anlayışa;kitap-

larını “kitabevleri”nden alarak ve bilinçli bir okur olarak,kendisine sunulanı değil, kendi seçtiğini alarak karşı koyandır. 

       Aylak okur, belirli bir konuyu araştırmak için düzenli olarak kitabevlerine giden, yeni yayınları izleyen, kitabevi raflarını bu amaçla gözden geçiren okurdan farklıdır.Bu okurların kitap seçimlerini  meslekleri, ilgi alanları, çalışma konuları belirler. Belki zaman zaman onlar da aylak okurlar gibi , o an ilgilerini çeken kitapları da alabilirler..Ama bu çok sık rastlanan bir durum değildir. Gönüllerinden geçen kitabı almak, hep çalışma dönemi sonrasının hayallerindendir.

         Bir kitabevine girdiğimiz zaman, kafamızda sıralaması sık sık değişen, yeni çıkan kitaplarla uzayan bir liste vardır..Gözlerimiz önce o listedeki kitapları arar..Ama  raflarda öyle kitaplar vardır ki, listemizi unutur, onları alırız…Bu, daha önce  bir öyküsünü,bir

romanını okuyup sevdiğimiz bir yazarın yeni çıkan bir kitabı olabilir..Şiirlerini sevdiğimiz bir şairin yeni bir şiir kitabı da…Burada

bizim seçimimizi   belirleyen  zaman içinde oluşturduğumuz okur

kimliğidir.

          Aylak okur dediğimiz başına buyruk okurun kitaplığının başkalarının  kolayca çözemediği kendine göre bir düzeni vardır. Ama bu düzen dışarıdan bakan bir göz için dağınıktır, düzensizdir. Oysa

kişisel  kitaplıklar hep öyledir..öyle de olmalıdır..Okur, kimliğini kitap

düzeniyle de ortaya koyar..

           Böyle bir okurun, masasının üzerindeki ya da başucundaki kitaplara bakarsak onun aylaklığının anlamını daha iyi kavrarız…

         “Pasajlar”… “Beş Şehir”…”Yunus Emre”…”Ulysses”…

“Okumanın Tarihi”…”Alemdağ’da Var Bir Yılan”...”Büyük Argo Sözlüğü”...”Yazboz”...”Felsefe Defterleri”...”Yerleşik Yabancı”...”Kara 

Kitap Üzerine Yazılar”...”Ölü Bir Evden Anılar”...”Sahaf Mendel”…

“Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”...”Mahur Beste”…  “Senelerce Senelerce Evveldi”...”Hapishanenin Doğuşu”...”Totem ve Tabu”…

“Hatıralarım”-Yorgo L.Zarifi…

       Her kitap, okurun  kitabı eline almadan önceki ruh durumunun bir işaretidir.

       Her kitap içindeki boşluğa konulan  bir taş olsun ister..Kimi zaman bir şiir..şiirin bir dizesi..

      - “içimde ikinci bir insan gibidir / seni sevmek saadeti”-

ya da bir öykünün çağrısı..

    -  “ Hişt   Hişt..”-

      Yıllarca önce okunmuş romandan sık sık  anılan bir sayfa..Madame de Renal’in Julien Sorel’le karşılaşma sahnesi..Bir kitabın Komün günlerini anlatan sayfaları..

        Aylak okur, üşengeç değildir…Diline takılan bir dizenin hangi 

şaire ait olduğunu bulmak için, geceyarıları kitap karıştırmaktan kaçın-

maz.Sevdiği bir öykünün nasıl bittiğini anımsayamazsa, kalkar kitaplığındaki tüm öykü kitaplarını elden geçirir. Okuduğu her kitap onu başka bir kitaba, başka bir yazara, başka bir konuya gönderir…Hiç durmaz oraya koşar..Arar... bulur...okur!

       Aylak okurun karakterinin edebiyatın kurgu dünyasındaki karşılığı,

ilk çağrıştığı Oblomov’un tersine özgür ruhlu oluşu ve yaşamla didişen

karakteri nedeniyle Marten Eden’dır!

      İşte bütün bunlar okur kimliğimizi oluştururlar…İçimizdeki yapı

bunlarla yükselir…Ve yaşadıkça bu yapıyı hep yükseltmek isteriz…Her gün  kitap sağanağı gibi yayımlanan  kitaplardan almamız gerekenleri  bu yapının eksiklerine  göre belirleriz..

           Başına buyruk okurlar olmasa bu kitap yağmurundan çantalarını kim doldurur , hiç yitmeyen bir merak ve heyecanla   evlerde açarlardı?

           Bir okurun en mutlu ânı, aldığı kitapları masasına koyduğu,

kitaplığına yerleştirdiği ve okumak için eline aldığı andır!

                                            

                                                        Mustafa Başarslan

                                          

                                                       Üsküdar,  19.11.2013