14 Mart 2024 Perşembe
19 Ocak 2024 Cuma
KİM DUYAR UNUTULMUŞ KİTAPLARIN KEDERLİ FISILTISINI
Sirenlerin ezgilerini herkes merak eder
de unutulmuş kitapların fısıltısını kimse duymaz. Oysa bugün yalnızca fısıltısı
duyulan o kitaplar, o kitapların yazarları, şairleri bir zamanlar en yüksek
sesleriyle konuşur, seslerini dünyanın dört bir yanına ulaştırırlardı.
Zamanın acımasız eleğinden yalnızca
unutulması olağan olan ; bir zamanlar çok sevilmiş, okunmuş ama sonradan
unutulmuş yazar-lar, şairler, onların
yazdığı kitaplar düşmez. Onların durumu bizi çok şaşırtmaz.Çünkü moda rüzgarı
çok sürmez,bir süre sonra diner.Ama
unutulmayı,
anlattıkları, dile getirdikleri, düşündürttükleri nedeniyle
hak etmeyen
yazarlar vardır, şairler, kitaplar vardır. Onlar bugün de
okuyucularının
iç dünyalarına, düşünce dünyalarına çok şey katabilir-
ler.
Okunurken modadan çok anlattıkları nedeniyle önemsenmişlerdir,
elden
ele dolaşmışlardır,birçok kez yeniden basılmışlardır.
Gün gelmiş unutulmuş,
unutturulmuşlardır!
Yıllar sonra dirilircesine yeniden
gündeme giren yazarlar,şairler
de
olmuştur. İlk baskıları sahaflarda bile zor bulunan kitaplar, gün gelmiş baskı üstüne baskı yapmıştır. Üzerlerine
sayısız eleştiri yazıları yazılmış, araştırmalar yapılmıştır. ( Nazım Hikmet,
Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar…)
Bir de kütüphanelerin hiç okunmayan
kitapları arasında yer alan,
sahafların
bile kimi zaman önemsemediği, en ucuza sattıkların kitapla- rın arasına
attıkları, orada da satılmayınca sokak sergilerine düşen kitaplar vardır.
Okunmaktan değil, atılmaktan yıpranmışlardır.Kapakla
rındaki
izler, lekeler yaşadıkları serüvenleri anlatır. İşte duymamız gereken kederli
fısıltılar bu kitaplardan gelir. Günün birinde, umulma-
dık
bir anda değer kazanabilirler. Belki unutulmuşluktan kurtulurlar
ama
bu kederlerini yok etmez!
Uzak tarihlerden başlayarak bilinmeyen ya da unutulmuş, tozlu
kitapların,dergilerin,
defterlerin…sesini duyan araştırmacılar olmuş-
tur.
Onlar bu fısıltıların izini sürmüş, gün ışığına çıkarmışlardır bu gün
okuduğumuz
nice kitabı.Kitapların yazarlarını ,romancıları ve şairleri bizlere
tanıtmışlardır.
Belki de en acısı yazarının, şairinin
reddettiği kitaplardır!
Yaratırken çektikleri sıkıntıların
acısını o şiirleri, öyküleri,
romanları unutarak çıkarırlar.
Kendilerinden daha çok
tanınan
kitapları sanki kıskanırlar ya da küçümserler. Unutturmak isterler (Elif Şafak-Kem Gözlere Anadolu). Piyasadan
toplayıp yok etmek isterler…(Edip Cansever-İkindi Üstü)
Yaratıcısını, yazarını ve şairini
unutturmuş güçlü kitaplar da vardır. Bir anlamda onlar da yaratıcılarına
haksızlık etmiş sayılırlar.
Don Quijote Cervantes’i, Robinson Crusoe Daniel
Defoe’yu …unut-
turmuştur.
Bizim edebiyatımızda da Aşk-ı Memnu’yu -dizilerin etkisiyle- bilenler Halit Ziya Uşaklıgil’i genellikle
bilmezler.
Şairlerinin unutmak istediği şiirlere
örnek olarak Ahmet Muhip
Dıranas’ın
“Fahriye Abla”sını, Edip Cansever’in “Masa da Masaymış Ha” şiirini verebiliriz.
Şairini unutturan şiirlere bizim edebiyatımızda da, dünya edebi-
yatında
da rastlayabiliriz.
Klasik sayılan romanlar, öyküler,
şiirler bu değerlendirmelerin
dışındadır.
Onlar yüzyıllardır dünyanın farklı yerlerinde her yaştan
okura
seslendikleri, yeniden yeniden okundukları için unutulmazlar.
Unutulsalar
bile bu geçicidir.Onların durumu, çamura düşse de parıl-
dayan
altın gibi olmalarıdır.
Kütüphanelerde, kitabevlerinde,
sahaflarda, sokak sergilerinde
kitap
seçerken moda ve reklamın etkisiyle
bağıran, çok satmasına gü-
venen
kitapların yerine, özüne güvenmenin alçak gönüllülüğüyle kenarda duran, göze
çarpayan, fısıltıyla varlıklarını belli eden kitapları seçmeliyiz ! O kitaplar bize unutulmanın da haksızlık olabileceğini,
hatırlamanın
da kimi zaman hatırlanandan çok hatırlayanı mutlu ettiği-
ni
öğretirler!
Mustafa Başarslan
Üsküdar,
Nisan 2014
KİM
DUYAR UNUTULMUŞ KİTAPLARIN KEDERLİ FISILTISINI,
Papirüs/ İki aylık
edebiyat seçkisi/Yıl 4 Kitap 12-Mayıs-Haziran 2014
Kitapçısı Olmak
-Kitabevi emekçilerine-
Eskiden -öyle çok eskiden değil, 1970’lerden 2000’lere
kadar- her iyi okurun benimsediği bir kitabevi ve kitapçısı vardı. Kitaplarını,
dergilerini hep oradan alır; alışveriş ederken de ayaküstü okuduğu kitaplardan,
yazılardan söz ederlerdi. Kitaplar yardımıyla oluşan bu dostluk zamanla
bozuldu, giderek yok oldu.
Yayıncılık sektörü büyüdü. Yayın alanına giren sermaye
çoğaldı. Bunun doğal sonucu olarak da basılan kitap sayısı ve kitap çeşitleri
arttı. Eskinin küçük, okurla kitapçının birbirini tanıdığı, neredeyse kendini
evinde gibi hissettiği kitabevleri yok oldu. Yerlerini mağazalar, “bookshop”lar
aldı. Gösterişli, ışıltılı mağazaların girişlerindeki “Çok Satanlar” listeleri
karşıladı okurları; tanıdık kitapçılar yerine…
İyi okurlar, artık kitaplarla ilgili sorularını “Danışma”
yazan bölümlerdeki bilgisayar başındaki kişileri sormak zorunda kaldılar…
Bilgisayarlar ve onu kullanan kitapçılar, kayda geçmiş her kitabı, dergiyi
biliyorlardı. Varsa yerini gösteriyor, yoksa sipariş alıyor ya da ekrandaki
“tükendi”, “baskısı yok” notunu iletiyorlardı okura…İlişki sıradan bir “ticari”
ilişkiye dönüşmüştü…Aslında “okur” da yoktu, “müşteri” vardı!
Oysa eski kitabevleri başkaydı! Yerleriyle, büyüklükleriyle,
sahipleri ve çalışanlarıyla çok farklıydı. O dünya bugün bir hayal dünyası
kadar uzak.. Bugün kimse kolay kolay inanamaz o dönemin okur-kitapçı
ilişkilerine…
Okurla kitapçıyı tanıştıran, kitaplardır. Her iyi okurun
zaman içinde güvendiği, ne tür kitabı sevdiğini bilen, kendisine önerdiği
kitaplar yoluyla bu güveni pekişen bir kitapçısı vardı. Kitabevine girdiği
zaman gözleri önce onu arardı.. Karşılaştıklarında da konu hemen daha önce
aldığı, okuduğu ve beğendiği kitap üzerine olurdu.. Sevdiği türle ilgili
kitaplar sorulur, öneriler alınır, yeni çıkan kitaplardan konuşulurdu…Kimi
zaman şu bile söylenirdi : “Geçen önerdiğin kitabı beğendim, onun benzer bir
kitap istiyorum.. ”
Bugün farklı bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizmin Che
Guevara’ yı poster yapıp en pespaye eşyalarla birlikte satışa sunduğu bir dünyada
yaşıyoruz. Çok satan bir yazarın çok satmaya aday kitabının “billboard” larda
tanıtıldığı bir dönemdeyiz. Edebiyatta başarının ölçüsünün baskı sayısıyla
ölçüldüğü, yazarların romanlarının konularını piyasa taleplerine göre
belirlediği, moda neyse -Kürt.. Ermeni sorunu.. Eşcinsellik.. Mevlana.. Fatih..
Mimar Sinan.. - ona uygun romanlar yazdıkları bir dönemdeyiz…
Elbette böyle bir dönemin kitabevleri de farklı olacaktır. Aslında
bugün “kitabevleri” yoktur.. ”kitapçılar” vardır…Oysa “kitapçı”, kitap satılan
yerin adı değil mesleğin adıdır! “Kitabevi”, kitap satılan yerdir! Bu yanlış
öylesine yaygınlaşmıştır ki, yılların yayıncıları bile böyle konuşmakta, kitap
ilanlarını böyle vermektedirler. Bu durumun bir rastlantı olmaması gerekir. Çünkü
bu adlandırmalar, bir zihniyeti, bir kitapçılık anlayışını, farklı bir okur-kitapçı
ilişkisini yansıtmaktadır.
Ülkemizde bir zamanlar bulundukları her yerde, neredeyse bir
kültür merkezi işlevi gören kitabevleri yok olmuştur, kapanmıştır ya da
yalnızca ders kitabı ve kırtasiye satan yerlere dönüşmüştür. Ve en kötüsü
unutulmuştur. Tarihleri bile yoktur.. Tek tük anı kırıntıları kalmıştır.. Ne
kitabevleri sahipleri*, ne çalışanları ne de okurları bu kitabevleriyle ilgili
anılarını yazmamışlardır.
Yazılmamış olsa da geriye kalan her zaman olduğu gibi yine
anılardır.. Vefalı okurlar evlerinde kitap raflarını gözden geçirirken, kimi
kitapları nereden, hangi kitabevinden aldıklarını anımsarlar.. Ve belki de o
kitabı kendilerine öneren kitapçıyı da.. Bu anımsama, o kitapçılar için alçak
gönüllü bir ödüldür!
………………………………………………………………………….
* Necati Mert “Memleket Kitabevi”ni yazarak üzerine düşen
görevi yerine getirmiştir. Memleket Kitabevi’nin Adapazarı bölümünü yazmıştır. Keşke
öteki bölümler de yazılabilse…
Mustafa Başarslan
Üsküdar, 6 Şubat 2014
Gezgin Kitaplar
Aldığımız her kitap, kitaplığımızı zenginleştireceği
düşüncesiyle bizi mutlu eder.Çünkü aldığımız her kitabı
hemen okuyamayız.O, gerektiğinde yıllarca sabırla okunmayı bekler. Okuduktan sonra da okuduğumuz kitabı
elden çıkarmaz, kitaplığımıza koyarız.Çünkü onda göz izi-
miz vardır.Varlıklarıyla bize okuduğumuz dönemi hatırlatırlar. Yaşamımızın değişik evrelerinin sessiz tanıklarıdırlar.
İyi bir okur için kitapları, yaşadıkça kendisiyle birlikte olması gereken en önemli varlıklardandır. Nereye
giderse onları da götürür. Olağanüstü durumların dışında
onlardan ayrılmayı hiç düşünmez.Ve yaşamını paylaştığı
kişilerle arasındaki en önemli sorunlar/tartışmalar hep onların varlıklarıyla ilgilidir.
Yaşlansa da, artık gözleri eskisi kadar iyi görmese de
onlardan vazgeçmeyi hiç düşünmez.Çünkü onlardan vazgeçmek, biraz da kendisini yaşama bağlayan en önemli bağlardan birisinin koparılması demektir. Kitapların dağılması ölüme doğru atılmış bir adımdır.
Gün gelir, ölür! Yakınındaki kişilerin ilk işi bu kitapları elden çıkarmak, satmaktır.Ve herbiri
nice hayali,anıyı,sevinci ve kederi taşıyan kitaplar, çoğu
zaman ölenden bir iz kalmasın diye hemen satılır.
Kitapların değerlilerini, az bulunur olanlarını sahaflar
alır, geriye kalanlarsa paylaşılır; bilgi ve parasına göre
eski kitapçıların arasında…
Yaz kış demeden sokaklardaki kitap sergilerinde ya da seyyar kitap arabalarında kendilerine göre kitap arayan
kitap meraklıları bu kitaplardan birini ellerine aldıkları zaman önce bu kederin kokusunu alırlar…Kitabın sayfalarını karıştırdıkça, hele okumaya başlayıp sayfalar
arasında işaretlenmiş, altı çizilmiş satırları gördükçe sanki,
kitabın eski sahibiyle sohbet eder gibi hissederler kendilerini…
Eski kitaplar nice gizemi, öyküyü içlerinde taşırlar.
Okunmuş her kitap, ne kadar el değiştirirse o kadar iz taşır
her okuyandan.. Kimisi kendini tutamaz yazarla ya da şairle tartışır, ona soru sorar ya da yanlışını(!) düzeltir.
Arada bir, çok kızıp dipnot gibi öfkesini küfür olarak yaza
na da rastlanır.
Kitabı okurken önceki sahibinin kimliği konusunda hep hayal kurarız.Onun kişiliğiyle ilgili izler ararız sayfalar arasında..Genellikle de buluruz..Kurutulmuş bir çiçeğin izleri…plajda okunduğunu gösteren kum taneleri.. Kitabın asıl sahibinin değil de yakınındaki birisinin yazmış olabileceği telefon numaraları..adresler..-çünkü kitabın asıl sahipleri kıyamazlar kitaplarına..kitabı çok açmaktan bile korkarlar cildi bozulur diye..Ama okumak için ödünç alanlar..bilmezler bunu, hoyrat davranırlar kitaplara..-
Kimi zaman da okuduklarının çağrıştırdıklarını kağıt aramaya üşenip hemen boş sayfalara yazanlara rastlanır..Bu kitaptan bir cümle..bir iki dize..bir kitap adı
ya da o an dinledikleri şarkının sözleridir yazdıkları..
Kendi şiirlerini kitabın son sayfalarına yazanlara da rastlanır..
Ya kitap sayfaları arasında unutulanlar…Mektuplar..
piyango biletleri..müze giriş fişleri..sinema ve konser biletleri..tramvay biletleri…reçeteler..saklanıp unutulmuş paralar…sevgili fotoğrafları..bizim bilemeyeceğimiz nedenlerle saklanmışSaatli Maarif Takvimiyaprakları.
.kitap ayracı yerine kullanılmış kartvizitler..uzak memleket şehirlerini gösteren kartpostallar…
Her türlü işarete söze rastlanır da okunmuş kitaplarda, bir sonraki okura yönelik nota rastlanmaz.
Çünkü her okur kitabın son sahibi olduğuna inanır.
Kişilik kazanmış kitaplarsa imzalı kitaplardır.Onlar
her zaman benzerlerinden değerlidirler.Kitap meraklıları
ve sahaflar onların peşinde koşar!
Eğer kitap sahipleri ithaflar yazarak, iyi dilekte
bulunarak kitapları birbirlerine armağan etmişlerse, bu onlar için değerlidir, dışlarındaki kişileri pek ilgilendirmez.Sahafların hiç ilgilenmediği bu kitaplarla,eğer çok özgün sözler yazılmamışsa kitap meraklıları da ilgilenmezler.
Daha sonra sırada, yazarların,şairlerin özellikle “imza günleri”nin çok yaygınlaştığı dönemde hiç tanımadıkları okurlara basmakalıp sözlerle imzaladıkları kitaplar vardır.
Bunlar eğer yazar tanınmış bir kişiyse ilgi görür ama gene de “imzalı kitap” meraklıları bu tür kitaplarla pek ilgilenmezler.
.Asıl değerli olan kitaplar, ünlü bir yazarın başka bir ünlü yazara ya da sanatçıya, politikacıya, kültür insanına
imzaladığı kitaplardır.Eğer yazar, imzalı kitabı çok az olan
bir kişiyse ve kitap zor bulunan “nadir”bir kitapsa, işte
bu kitaplar sahafların ve imzalı kitap meraklıların peşinde koştukları kitaplardır.
Bu kitapların değerini artıran bir başka öğe de imzalayanın kimliğine bağlı olarak yapılan desenler ve
çizimlerdir. Kitabı imzalayan ve adına kitap imzalananın yakınlıklarını gösteren sözler de kitabın değerini artırır.
İmzalı kitaplar konusunda yazılacak çok şey olmasına karşılık asıl ilgi çekici olan, bu kitapların nasıl sahiplerinin
elinden çıkıp hangi yollardan geçerek satıcıların eline düştüğüdür.
Aslında el değiştirmiş her imzalı kitabın mutlaka ilgi
çekici, genellikle hüzünlü bir öyküsü vardır.Eski kitap meraklıları bu imzalı kitapları satın alırken biraz da bu öyküleri merak ederler.
Kısaca sahibinin kitaplığından çıkmış her kitap, hele
imzalı kitap gizemli bir öyküyü gizler.Kitabı alan, hayalgücüne göre ona bir hayat, bir gezi yolu tasarlar.
Aslında eski kitapları değerli kılan,kitabın yeni sahipleri-
nin ona yakıştırdıkları yazılmamış öykülerdir!
Mustafa Başarslan
9.1.2013
mustafa başarslan:kitapçı...önce yalnızca okurdu,sonra uzun yıllar kitabevlerinde kitap emekçisi olarak çalıştı,emekli olduktan sonra''okur'' luğuna geri döndü.Kafasında, yazamayacağına inandığı bir roman ve yazmak istediği birçok yazı konusu taşıyor.
--
fotoğraflar cuma'nın heykel tarlasında çekilmiştir18 Ocak 2024 Perşembe
Aylak Okur
Okuma süreci seçtiğimiz kitabı elimize almakla başlar..Ama hangi kitabı neden seçtiğimiz, seçimimizde etkili olan nedenler, genellikle
kafa yormadığımız konulardandır.Oysa günümüzde yayıncılık sektörünün can damarı sayılan reklam ve pazarlama stratejileri hep bu
seçimi etkilemek, belirlemek üzerine kurulmuştur.
Okurun kitap seçimini etkileyecek tüm araçlar,bu satış stratejilerinin saldırı tehditi altındadır.Gazetelerin kitap ekleri, dergilerin yeni yayınları tanıtan sayfaları, televizyonlardaki kitaba ayrılan az sayıdaki programlar. reklam panoları..hep bizim hangi kitabı alıp okumamız gerektiğini belirlemek içindir.
İşte aylak okur,estirilen bu “bize neleri okumamız gerektiğini” söyleyen rüzgara direnen okurdur. Kitabevlerinin giderek “mağaza”,
okurun da “müşteri” olarak adlandırıldığı dönemde, bu anlayışa;kitap-
larını “kitabevleri”nden alarak ve bilinçli bir okur olarak,kendisine sunulanı değil, kendi seçtiğini alarak karşı koyandır.
Aylak okur, belirli bir konuyu araştırmak için düzenli olarak kitabevlerine giden, yeni yayınları izleyen, kitabevi raflarını bu amaçla gözden geçiren okurdan farklıdır.Bu okurların kitap seçimlerini meslekleri, ilgi alanları, çalışma konuları belirler. Belki zaman zaman onlar da aylak okurlar gibi , o an ilgilerini çeken kitapları da alabilirler..Ama bu çok sık rastlanan bir durum değildir. Gönüllerinden geçen kitabı almak, hep çalışma dönemi sonrasının hayallerindendir.
Bir kitabevine girdiğimiz zaman, kafamızda sıralaması sık sık değişen, yeni çıkan kitaplarla uzayan bir liste vardır..Gözlerimiz önce o listedeki kitapları arar..Ama raflarda öyle kitaplar vardır ki, listemizi unutur, onları alırız…Bu, daha önce bir öyküsünü,bir
romanını okuyup sevdiğimiz bir yazarın yeni çıkan bir kitabı olabilir..Şiirlerini sevdiğimiz bir şairin yeni bir şiir kitabı da…Burada
bizim seçimimizi belirleyen zaman içinde oluşturduğumuz okur
kimliğidir.
Aylak okur dediğimiz başına buyruk okurun kitaplığının başkalarının kolayca çözemediği kendine göre bir düzeni vardır. Ama bu düzen dışarıdan bakan bir göz için dağınıktır, düzensizdir. Oysa
kişisel kitaplıklar hep öyledir..öyle de olmalıdır..Okur, kimliğini kitap
düzeniyle de ortaya koyar..
Böyle bir okurun, masasının üzerindeki ya da başucundaki kitaplara bakarsak onun aylaklığının anlamını daha iyi kavrarız…
“Pasajlar”… “Beş Şehir”…”Yunus Emre”…”Ulysses”…
“Okumanın Tarihi”…”Alemdağ’da Var Bir Yılan”...”Büyük Argo Sözlüğü”...”Yazboz”...”Felsefe Defterleri”...”Yerleşik Yabancı”...”Kara
Kitap Üzerine Yazılar”...”Ölü Bir Evden Anılar”...”Sahaf Mendel”…
“Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”...”Mahur Beste”… “Senelerce Senelerce Evveldi”...”Hapishanenin Doğuşu”...”Totem ve Tabu”…
“Hatıralarım”-Yorgo L.Zarifi…
Her kitap, okurun kitabı eline almadan önceki ruh durumunun bir işaretidir.
Her kitap içindeki boşluğa konulan bir taş olsun ister..Kimi zaman bir şiir..şiirin bir dizesi..
- “içimde ikinci bir insan gibidir / seni sevmek saadeti”-
ya da bir öykünün çağrısı..
- “ Hişt Hişt..”-
Yıllarca önce okunmuş romandan sık sık anılan bir sayfa..Madame de Renal’in Julien Sorel’le karşılaşma sahnesi..Bir kitabın Komün günlerini anlatan sayfaları..
Aylak okur, üşengeç değildir…Diline takılan bir dizenin hangi
şaire ait olduğunu bulmak için, geceyarıları kitap karıştırmaktan kaçın-
maz.Sevdiği bir öykünün nasıl bittiğini anımsayamazsa, kalkar kitaplığındaki tüm öykü kitaplarını elden geçirir. Okuduğu her kitap onu başka bir kitaba, başka bir yazara, başka bir konuya gönderir…Hiç durmaz oraya koşar..Arar... bulur...okur!
Aylak okurun karakterinin edebiyatın kurgu dünyasındaki karşılığı,
ilk çağrıştığı Oblomov’un tersine özgür ruhlu oluşu ve yaşamla didişen
karakteri nedeniyle Marten Eden’dır!
İşte bütün bunlar okur kimliğimizi oluştururlar…İçimizdeki yapı
bunlarla yükselir…Ve yaşadıkça bu yapıyı hep yükseltmek isteriz…Her gün kitap sağanağı gibi yayımlanan kitaplardan almamız gerekenleri bu yapının eksiklerine göre belirleriz..
Başına buyruk okurlar olmasa bu kitap yağmurundan çantalarını kim doldurur , hiç yitmeyen bir merak ve heyecanla evlerde açarlardı?
Bir okurun en mutlu ânı, aldığı kitapları masasına koyduğu,
kitaplığına yerleştirdiği ve okumak için eline aldığı andır!
Mustafa Başarslan
Üsküdar, 19.11.2013